Hatay, sana çok geç kaldım…

1213

Nedenli ya da nedensiz, geç kalınır bazen…

Sanırım bu geç kalma durumuna çok içten bir ah çektim ve bir ay içinde iki kere gelmek kısmet oldu bu güzel kente.

Hani bazı şehirler çok yorgundur; insanı, yolları, otu, börtü böceği… Bazı şehirler de tam tersidir; her şeye her an yeniden başlamaya hazır, dingin, yardım sever, mutlu… Öyle bir şehir işte Antakya! Her taşını 1000 kişide keşfetse 1001. kişiye taşından toprağından yeni bir şeyler sunmaya hazır…

Antakya, Hatay’ın merkez ilçesi. Asi nehri, şehri ortadan ikiye bölüyor. Nehir boyunca seyir terasları da yapılmış. Ancak su çok azalmış ve maalesef bakımsız. Ara ara da kokuyor açıkçası. Bakıma alınıp düzenleneceği söyleniyor. İnşallah diyorum inşallah! Nehrin hüzünlü seslenişine kulak verirseniz, emin olun çaresizliğini duyarsınız! Amanos dağları ile Habib-i Neccar Dağı arasında ve verimli Amik Ovasında kurulmuş bu şehre çok çok yazık olacak yoksa…

Bu şehir öyle bir şehir ki bir metre kazsanız yeni bir şehir daha çıkar diyor yerli halk. Aslında, neredeyse tüm Anadolu öyle değil mi sizce de…

“Hatay Türkiye’nin en önemli eski yerleşim yerlerinden biri. Yapılan arkeolojik araştırmalarda milattan önce 100.000 ile 40.000 yılları arasına tarihlenen bulgulara ulaşılmış. Kimler yaşamamış ki bu topraklarda; Akatlar, Hititler, Urartular, Asurlular, Persler, Romalılar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Bizanslılar, Memlukler…

Kuzeyden güneye, güneyden kuzeye giden ve doğudan gelen anayolların kavşak noktasında bulunan Antakya, tarihi boyunca kıtalar ve bölgeler arası ticarette önemli rol oynamış, yolcu ve hacı kervanları için bir konaklama yeri ve çeşitli bölgelerden gelen insanlar için bir kültür alışverişi merkezi olmuş

5 Temmuz 1938 Günü Türk Ordusu’nun Hatay’a girmesiyle Hatay Türkiye sınırlarına dâhil olmuştur.”

Bazı tanımlamalar da boş yere yapılmıyor: “Medeniyetler Şehri Antakya!”

Bu tanımlamaya göre genel olarak yazılanlar şöyle: İslam, Hristiyanlık ve Musevi inançları yıllardır iç içe birbirlerine gösterdikleri büyük saygı ve sevgiyle birlikte yaşamış ve yaşamakta. Cami, Kilise ve Havra yan yana varlıklarını sürdürürken her dinden her görüşten insana sevgilerini dağıtıyor.

Şimdi bütün bu tanımlamalara göre; ben burada sevginin inanılmaz yansımasını hissediyorsam, buradaki insanlar gerçek insan olabilmenin güzelliğini keşfetmiş ve bu erdemlere sahipse, birlik ruhunu yakalamışlar demektir. Bu doğal olandır, olması gerekendir!

Farklı dinlerin, farklı milletlerin olmadığı, gerçek insanların yaşadığı bir Dünya’da yaşamak! Harika olur ve umarım Antakya bunu tüm Dünya’ya yansıtır. Aslında yaşamda her şey bir yansıma değil mi sizce de!

Havra’da gördüğümüz işaretler: A ve W. Yani  Alfa ve Omega  (Başlangıç ve son)

Dünya boyutunun giriş kapısı ALFA, son çıkış kapısı OMEGA’dır. Dünya’mız, Evrim yolundaki varlıkların ilk Giriş ve son Çıkış kapısıdır. Evrim ilk var olduğumuz noktadan başlar, geldiğimiz yerden çıkış yapana kadar devam eder.

 

Ve Sokaklar…

Ortasından kanal geçen güzelim taş sokaklar…

Kadınların topukları girmesin diye çoğuna asfalt dökülen hüzünlü sokaklar…

Şuur sahibi, tarihe ve kültüre saygısı olan halk, sokakların bu hale getirilmesinden mutsuz. Ama umutları da var: “Taşlar asfaltın altında duruyor, bir gün asfaltlar sökülüp sokaklar eski haline gelebilir ” diyorlar ve ben de onların dileklerine yürekten katılıyorum.

Her sokağa girin, hiç birini atlamayın derim. Sevgi verin sevgi alın.

Eski Antakya’nın dar sokakları, en az 100 yıllık bir geçmişe sahip. Evlerin kapıları yüksek duvarların ardında kalan iç bahçeye açılıyor.  Bu bahçeleri hep çok sevmişimdir. Hele de dostlarla harika likörleri yudumladıysanız tadı damağınızda kalacaktır.

 

 

 

Şişeyi duvar resmine monte eden Kafe.

 

 

 

Ve kapılar…

Kapılar ve onları keşfetmekte çok usta olan arkadaşım sevgili Gülten.

Hatay Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji Müzesi, şehir içinden yeni yerine taşınmış. Açıkçası harika bir müze olmuş. Henüz tam taşınma bitmemiş, mozaiklerin büyük bir bölümü yeni yerlerine geçmek için sabırsızlanıyor. İncelemelerinizde size kolaylık sağlayan kulaklık da şimdilik yok. Restorasyonla ilgili olarak ta ciddi hatalar yapıldığını okumuştum. Umarım hatalar giderilir ve diğer mozaiklerde aslına uygun restore edilerek taşınabilir.  Mozaikler muhteşem ve bu mozaikleri gerçek Antakyalı ustaların yapmış olması onlara ayrı bir özellik katıyor. Müze gezisine en az bir yarım gün ayırmanızı ve sabah saatlerini tercih etmenizi öneririm. Ayrıca müze yetkilisi tarafından ifade edildiğine göre saat 15.00’den sonra özel tanıtım filmi gösterimi yapılmıyor.

Şeyh Höyük’te yapılan kazılarda ele geçen kafataslarının kemiklerinin hala yumuşak olduğu ve bebeklik çağlarında sarılarak şekillendirilmesi sonucunda deformasyona uğradığı tespit edilmiş. Arkeologlar bu uygulamanın bireyi toplumdaki diğer bireylerden ayırt etmek ya da bir grup üyeliğine kabul için yapılan bir uygulama olarak yorumluyorlar.

Lise Sanat Tarihi derslerinde okuduğumuz meşhur Hitit Kralı Suppiluliuma’yı görünce, eski bir dosta rastlamış gibi “Ay sen burada mısın!” diye heyecanla selamlayan ablamın sesini hiç unutmayacağım 🙂

Arkeoloji Müzesi sitesinden alınan bilgilere göre:

1932-1939 yıllarında Princeton Üniversitesi’nin yaptığı araştırmalarla müzenin esas zenginliğini oluşturan mozaikler ortaya çıkartılmıştır. Antakya’da yürütülen 1932-1939 yılı kazı çalışmalarında çoğu Roma dönemine tarihlendirilen mimari ve diğer buluntular kentin zenginliğini ve ihtişamını ortaya sermiştir. Antiokheia kökenli birçok eser bugün Hatay Arkeoloji Müzesi’nin yanı sıra Princeton Universitesi Sanat Müzesi (ABD), Worcester Müzesi (ABD), Louvre (Fransa) gibi müzelerde saklanmakta veya sergilenmektedir.

Tarihi, kültürü, medeniyetleri, doğası, zengin mutfağı ve turistik mekânları ile ülkemizin en büyük zenginliklerinden biri olan Hatay, aynı zamanda dünyanın ikinci en büyük mozaik koleksiyonunu barındırır.

(http://www.hatayarkeolojimuzesi.gov.tr)

Saint Pierre Kilisesi

Antakya’nın iki kilometre doğusundaki bir mağarada kurulan dünyanın ilk Katolik kilisesi. Hıristiyanlık, Kudüs dışına ilk defa Antakya’daki bu kiliseyle yayılmış, Hz. İsa’ya inananlara ilk defa Antakya’da “Hıristiyan” adı verilmiş. 1963’te Papa tarafından Hıristiyanlar için hac yeri ilan edilen kilisede her yıl 29 Haziran’da özel bir ayin düzenleniyor.

 

 

Habib-i Neccar Cami

Hz. İsa’nın havarileri Yunus (Yuanna) ve Yahya’ya ( Pavlus) ilk inanan ve bu nedenle taşlanarak öldürülen Antakyalının adını taşır. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki en eski camidir. Cami Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edilmiştir. Günümüzdeki cami Osmanlı döneminde yenilenmiştir

 

Aziz Symeon Hac Merkezi ve Manastırı

Hatay ili, Defne ilçesi Samandağ mevkiinde yer alan önemli bir erken Hristiyanlık hac merkezidir. Samandağı’nın 480 rakımlı tepesinde 6.yüzyılda kurulan bina kompleksi, stylites olarak nitelenen, sütun üzerinde çile çekme yöntemini benimsemiş bir keşiş olan azizin sütunu etrafında gelişmiştir.

 

Tarihi yudumladığınız her sokakta güzel bir insan size yardımcı. Ve sayesinde; havanın kokusunu, rengini, sevgiyi, tarihi şehrin güzelliklerini paylaşıyorsunuz. Her şey doğal, her şey kendiliğinden…

Bu gezimizde harika misafirperverliği ile bizi ağırlayan Nazif Bey ve sevgili eşi Sevgi Hanıma sonsuz teşekkürlerimi buradan ayrıca iletmek isterim. Sayelerinde şehrin havasını soluyan iki özel insandan Antakya’yı gezme fırsatını bulduk.

Söylemek isterim ki:

Yollara düştünüzse eğer,

Cebinize 3 şey koymayı unutmayın:

Sevgi, Hoşgörü ve Sabır…

Antakya’nın diğer ilçelerinde gezimiz devam edecek…

2 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz